Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Uzak Kaderler İçin, Turgut Uyar

UZAK KADERLER İÇİN Birgün, bir yağmurla garip garip -Çoluğu çocuğu terk edeceğim.- Bir sevgiyle doymayacak kalbim,anladım Alıp başımı gideceğim. Asır yirminci asırdır,amenna Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi Uzaklar daha uzaklaşır Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri Sımsıcak sevgilere muhtacım. Bir gün alıp başımı gideceğim -Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...- Belimi bir ılık şal sarsın, mavi Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında. Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde Diyarı gurbette kanlı bir aşk Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde En uzak beyazlar, En yakın ikindilerde, duygulu Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam İçip içip ağlasam... Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum? Herkesin derdinden pay isterken. Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi Yıldızlar dökülür sonsuza içimizde

"De te fabula narratur"

Muhalif tarafıma muhabbetle yazıyorum bu gece, yine yazmam gereken essayi erteleyerek. Bu dönem okulda "Europe After Worl War II" diye bir ders alıyorum, dersi ingiliz bir hoca veriyor. Dersin adına bakarak, kendisinin tarih dersi olması beklentisindeydim ancak yanıldım ve bu yanılgımdan dolayı son derece hoşnutum, çünkü dersi veren hoca kendinin felsefeci olduğunu ve tartışmalarımızın tamamını felsefik bir bakış açısıyla yapacağımızı söyledi ilk derste. Kendisini ideolojik olarak liberal demokrat tanımlayan hocam Marx a sempati duyduğunu söylediğinde o kadar sevindim, o kadar sevindim ki. Bu hafta derse başladık ve ilk tartışmamız ideoloji nedir oldu. "İdeoloji nedir?"e farklı perspektiflerden cevaplar vermeye çalıştık kendimizce ve tabi ki gündemimizde Marx vardı. Bence zaten aksi düşünülemez, yani herhangi bir ideolojik tartışmanın olduğu herhangi bir ortamda, Marx'tan bahsetmek kaçınılmazdır bence.  Aslında değinmek istediğim şey her ne kadar dallandırıp

Okul sadece okul değildir kimisi için

Akademide olmanın bir çok güzel yanı vardır alternatif bir dünyaya adapte olamayanlar için. Şöyle de denebilir aslında, yaşadığı hayata adapte olamayanlar için akademinin kendisi alternatif bir dünyadır ve bunun birçok güzel tarafları vardır. Makaleler ile kurulmuş bir dünyanın savaşımı sadece paradigmalarladır ve bir paradigmanın çöküşü ancak başka bir paradigmanın doğuşuyla mümkün olacağından gerçek bir kayıp söz konusu olamaz hiçbir zaman. Yeni bir paradigmanın doğuşu öncekilerin yok olması anlamına gelmez yaşadığımız dünyanın savaşlarında olduğu gibi. Mesela birinin özgür olabilmesi için diğerinin esir olması, birinin yaşaması için bir diğerinin ölmesi gerekmez ya da birinin iş bulması için bir diğerinin işsiz kalması. Kısa vadede biri diğerinden daha geçerli ve önemli oldu diye, bir öncekini tarihten silmek gerekmez. Paradigmalar değişti diye kan dökülmez diyemeyeceğim maalesef, kan dökülür. Ama kan akademinin doğasında yoktur. Kan dökmek insanın doğasındadır ve akademinin ruhunu

..

Evime yerleşeli tam bir hafta oldu bu gece ama sanki 5 milyon yıldır taşınıyorum da sırtımda 100 milyon yılın yorgunluğunu taşıyorum. O kadar çok yazmak istemem rağmen yazamıyorum günlerdir yorgunluktan. Odama giriyorum uzanayım da dinleneyim sonra kalkayım bir şeyler okuyayım diye. Mümkün değil uyanmam! bir uyanıyorum saat 7 olmuş tekrar ofis, okul, evin eksikleri tamamlanması gereken evraklar vs... Tekrar yorgunluk... Üstüne bir de hasta oldum, halbuki son zamanlarda o kadar enteresan şeyler yaşıyorum ki, sırf unutmamak için yazmak istiyorum. Çok güzel bir evim, çok sevimli bir okulum oldu Prag'da, çok sevdiğim ofisimin yanında. Rusya'dan 2 ev arkadaşım var. Lilia hakkında konuşacak çok şeyim var aslında. ama o başka zamana. Yarın öğle saatlerinde Gül Prag da olacak onun heyecanı var şimdi üstümde, bir de pazar gününe yetişmesi gereken essay'im, cumartesi gün kü Cesky Krumlov tribi vs. ne de çok şey varmış aklımda. Arkadaş, zorla da yazılmıyor bu meret. Yazasım var am

Düzenmiş, peh!!

Bugün ofiste canım çılgınlar gibi sigara çekti. Hasta olduğumdan dolayı burnumdan nefes alamıyor oluşuma rağmen bir sigara içmeye çıktım ofisin önüne. Hazır hastayım pekiştirmeyeyim hastalığımı diye de sıcak bir yerler aradım, ve bulduğum ilk güneş ışığına kuruldum. Sonra aklıma takıldı ben sıcaktan, yazdan hiç hoşlanmayan insan, aylar boyu beklediğim kış mevsimine kavuşmama rağmen ısınmak için tırım tırım güneş ışığı, sıcaklık aradım. Aklıma herhangi bir şey takılınca durur muyum ben hiç, hemen loopa girdim fırsattan istifade. Biz dedim bu sıcak kanlılar ne tuhaf "şey"leriz, yazın gölge arıyoruz, kışın güneş ışığı, sözkonusu ihtiyaçlarımız bile olduğunda uzlaşamıyoruz aklımızla bedenimizle. Bu en basit konuda bile çelişkiye düşüyorsak ve bunun hiç farkında değilsek, acaba neyin kafasını yaşıyoruz da düzen arıyoruz her şeyde. Düzen adına farkındalıklar yaratıyoruz, sistemler kuruyoruz da herkesin bu sistemlere uydurmaya çalışıyoruz. ya bırakalım dağınık kalsın, dağınık kalsın

H. Hesse

“Whoever wants music instead of noise, joy instead of pleasure, soul instead of gold, creative work instead of business, passion instead of foolery, finds no home in this trivial world of ours.” H. Hesse

Misafir

4.30 dan beri ayaktayım. Saat 19 olmadan sızıp kaldığımı düşünüyorum zira ben odama geldiğimde hava henüz kararmamıştı. Sonrasını hatırlamıyorum zaten. Haftasonu misafirim vardı, Kürşat. Çok uzun zamandır görüşememiştik. Bir süre kaçtığımdan, sonra da gerçekten uygun vakit bulup da görüşemediğimizden. Zaten ben Prag'a geldikten yaklaşık 1.5 ay sonra o da Romanya'ya taşındı. Koşullar yani, izin vermedi ki görüşelim. Ben endişeliydim biraz haftasonu için normal olarak, kaçtıklarım tekrar canımı yakarsa, ya da takılır gelirse onlar da buralara diye. Haklıydım da bence. Ama öyle olmadı. Sadece uzaklaşmak, sadece beklemek derman olurmuş demek ki bir şeylere. Ne kırgınlık, ne özlem, ne de kızgınlık kalırmış geride. O bir ömür taşıyacağını düşündüğün sızı silinir gidermiş de, ne insanın vefasızlığı sızlatırmış içini, ne de zamanın. Kürşat ile her zamanki gibi bir hafta sonu geçirdik, değişik farklı hiçbir şey yoktu, gezdik yedik içtik laf lafı açtı vesaire. Kızılay da yemek yiyip

Tahterevalli, Bertolt Brecht

İyice görüyorum artık düzeni. Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda, aşağıda da bir çok kişi. Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya: "Çıkın buraya gelin ki, hepimiz olalım yukarıda." Ama iyice gözlediğinde görüyorsun,  neyin saklı olduğunu  yukardakilerle, aşağıdakiler arasında. Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta. Yol değil ama. Bir tahta bu. Ve şimdi görüyorsun açıkça; Bu bir tahtaravalli tahtası. Bütün düzen bir tahtaravalli aslında. İki ucu birbirine bağımlı. Yukardakiler durabiliyorlar orada,  sırf ötekiler durduğundan aşağıda.  Ve ancak;  aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece  kalabilirler orada. Yukarıda olamazlar çünkü,  ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı. Bu yüzden isterler ki;  aşağıdakiler sonsuza dek  hep orada kalsınlar. Çıkmasınlar yukarı. Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden. Yoksa durmaz tahtaravalli. Tahtaravalli. Evet, bütün düzen bir tahtaravalli. Bertolt Brecht

Böylesi çok iyi, Bertolt Brecht

"Böylesi çok iyi, değiştirmeyelim hiçbir şeyi!" Bunu mu diyelim güle oynaya? Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan? Boşunu mu alalım dururken dolu bardak? Soğukta oturup kalmışlar vardır hani, hani, bir şey istemeyen kişiler, onlar gibi mi yapalım, onlar gibi,"Biz dışarda kalsak?.."mı diyelim hoş olsun diye şu bayların gönlü, bize günlük nafakamızı veren hani şu... Bizce en iyisi, kalkmak, yeter artık, demektir, vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın, karşı çıkmaktır var gücümüzle acıyı doğuranlara, yaşanır hale getirmektir dünyayı bütün insanlara. Bertolt Brecht

İzleyiciler