Kayıtlar

Aralık, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Muhalif Kalmalı

Resim
Türkiye öyle bir döneme girdi ki, herhangi bir yorumda bulunmak için üzerine günlerce düşünmek bile yetersiz kalabiliyor. Yetersiz kalabiliyor çünkü,  anlamak ya da açıklamak için ayırdığınız bu süre zarfında çoktan bir kaç değişiklik daha yapılmış ve meşru kalıplarına sığdırılmış oluyor. Şu an ki hükümet ve başbakanının, lehine her durumu meşru kalıplar içerisine sığdırarak açıklaması, yasalaştırması ve uygulaması bu durumun en basit örneğidir, ki aleyhine gerçekleşmiş durumları da gayrimeşrulaştırmak suretiyle lehine çevirmesindeki başarısı da göz ardı edilebilir değildir. Bir ODTÜ'lü olduğum için değil, muhalif olduğum için yazıyorum bunları. ODTÜ kampüsü içerisinde öğrenciye uygulanan şiddet ilk değildir ve hükümetin, yandaş medyanın ve irade yoksunu bir grup "akademisyen"in bu şiddete karşı tutumu, daha da ötesi körlüğü, siyasi ve sosyal duruşlarından ya da "duramayış"larından kaynaklanmaktadır. İlk değildir ve son olaylar üzerine geliştirdikleri söyleme

Yazık demeye dilim varmıyor

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki her şey tüketme ile bağıntılı. Bir şeyi ancak tüketebiliyorsan varolduğunu hissedebiliyorsun. Mutluluk bir pamuk ipliğiyle cüzdanlarımıza bağlanmış. Satın alabildiğimiz müddetçe mutlu olduğumuz yanılgısına kapılıyoruz. E bu da bir süreliğine tatmin ediyor aç ruhlarımızı. Ya sonrası? Kısır bir döngü işte... İstediğini elde edemeyen mutsuz insanların kurduğu kaotik bu düzende, kendini okuduklarıyla tatmin etmeye çalışan bir kaç aç ruh daha. Neden bu kadar zor sanki? Sevmek bir karşılık beklemeden neden bu kadar zor? Ya da sevgi sandığı şey, her neyse, tükettikten sonra çekip gitmek neden bu kadar zor? Sahip olamamakla mi ilgili bütün bunlar? Ben çok bir şey istediğimi düşünmüyorum, Beril her ne kadar istediğim şeyin imkansız olduğunu dile getirse de, çok sık. Benim hayalini kurduğum dünya eşit ve özgür, tüm bu delilikten arınmış, sevginin sadece sevginin kendisi için olduğu bir dünya. Ben bu yazıyı ingilizce yazsaydım, daha net anlatabilirdim

Teneşirlere Geleyim

Bir güne kötü uyanmak kadar kötü ne olabilir diyordum ki sabah, bütün günüm daha da kötü geçti. işte hiç bir şey hakkında çok da emin olmamak gerekiyor. O kadar gergin suratsızım ki bugün, kendimden sıkıldım. Mendebur dedim durdum kendime. Basit bir banka işlemi bütün gününe mal olmamalı insanın. Bütün gün ufacık bir banka işlemini halletmek için uğraştım. İki kez bankaya gittim, halloldu nihayetinde ama ömrümden ömür gitti. Banka memurunu da uğraştırdım durdum bugün, bir  teşekkür bile etmedim arkadaş, ne kadar öküzüm ne kadar hayvanım, eve gelince farkettim teşekkür etmediğimi. Teneşirlere geleyim ben teneşirlere. Bir de uyduruk bir proje ödevi için çoluk çocukla uğraşıyorum ya, çok kızıyorum kendime. Lilia geldi şimdi odaya da havamı değiştirdi ya. L:"Bu hayat bizden bir şeyler istiyor, ama ne istiyor anlamıyorum ben. Di mi biz yaşadıklarımızdan öğrenmeliyiz. Ama şimdi ben bundan ne öğrenmeliyim bilmiyorum ki! " K:"Uf Lilia ne diyon ya, ölcez eninde sonunda, öğren

Oblomov

Masterda çalıştığın disiplini değiştirirsen böyle Oblomov gibi oturur düşünürsün bütün gün masanın başında. Daha kaç hata yapacağım hayatımda acaba çok merak ediyorum. Tartışmadığım tek bir hoca kalmadı bölümde. Bir hocayla da uzlaşabilsem ne güzel olurdu diyorum bazen kendime, Robinson'u es geçmeyeyim şimdi, tartışmadan konuşabiliyorum kendisiyle. Oblomov kadar çaresiz değilim gibi hissediyorum çoğu zaman ama yine de sıkılıyorum. Bütün gün masanın başındayım, okuyorum okuyorum ama bir adım ilerlemiş hissetmiyorum kendimi. Hep evdeyim, hep aynı insanlarla görüşüyorum, okuduğum kitapları okuyorum tekrar tekrar, okulla ev arasında gidip gelmekten başka bir şey yapmıyorum. Değişik tek şey her gün başka bir şeyi özlüyor olmam. O kadar yaratıcıyım ki bu konuda kendimi şaşkınlıkla izliyorum. Değişik şeyler yapıyorum aslında kendime çok haksızlık ediyorum. Cuma günü Charles Üniversitesinin bir etkinliğine katıldım mesela, geleneksel Çek Christmas yemekleri yaptık, gelenekleri hakkında

Ver bana düşlerimi

Resim
Haftasonu 3 ödev yazıp bir de sunum hazırladım, hazırladığım sunumu bir de yaptım yani. Çok yoğun, çok yorucu bir haftasonu geçirdim uzun sözün kısası. Ders çalışırken sigara krizlerim tuttuğu için, camda sigara içmeme rağmen, odam leş gibi sigara koktu. E bu süreçte bolca sövme, lanet etme eylemlerine girdim. Bir de kısa vadede yaptığımız planların hayallerine sarılıp avundum. Söylerim ben hep benim afyonum da umut diye. Göksu ile konuşuyorduk yılbaşı planımız hakkında. "Ne kadar heyecanlıyız, bir an önce gelsin yine hep birlikte olalım, bir hayalimiz daha gerçekleşsin." Benim yoğunluğum hayallerimizin bile keyfine varmamıza engel oldu tabi ki. Sonra Göksu dedi ki, "yüz yıldır öğrenciyiz hala her şeyi son dakikaya bırakıyoruz, bir planlı yaşamayı öğrenemedik!", sonra komiklikler şakalar... Ben böyle değildim ki dedim, "Hadi oradan" dedi. Sonra şöyle 2010'a bir gittik geldik.  Böyle değildim gerçekten. Kızmadık ama sebebim olana, güldük geçtik yine

Lahmacun

Resim
Kahvaltıyı öğleden sonra 3.30 da yapınca, saat 5.30 da üzerinde hala uyku mahmurluğu olabiliyor insanın. Çok da alışık olduğum bir durum değil bu benim. Ben kaçta yatarsam yatayım, kurulmuş saat gibi sabah 8'de uyanırım aslında. Ama son zamanlarda hayatımda hiç uyumadığım kadar uyuyorum. Bazen 13 ya da 14 saat uyuduğum oluyor. Sanki bıraksam kendimi bütün gün uyurmuşum gibi hissediyorum. Lilia "Normal" diyor, " Çok yoruldun son zamanlarda." Yani yoruldum da tek yorulan ben değilim ki yer yüzünde, herkes her yorulduğunda aynı reaksiyonu verse, içinden çıkılamaz bir hale gelir her şey, rüyalarında yaşamayı seçer insan, neden bir de gerçeklikle yorsun ki kendini. Ama yine de bu kadar karmaşıklaştırmama gerek yok aslında durumu :), Sabah 6 da geldim eve :). En azından bugün için normaldi yani :). Bol koşturmacalı bir gün oldu dün. Sabah Kalkıp Çekçe dersine gittim, saat 7 de ders mi olur arkadaş ya, olmaz o ne öyle, hem de dil dersi yani. Herkes böyle düşünüyor ol

Leylak

Henüz ortaokuldaydım ben. Kendi el işi atölyemizi kendimiz kurmuştuk. Kazan dairesinin hemen yanında geniş bir koridor vardı, depo olarak kullanılan. Resim öğretmenimizin adını hatırlamıyorum ben şu an nasıl da kırgınım hafızama, üniversiteden henüz mezun olmuştu ve ne yapıp ne edip o alanı elişi atölyesine çevirmemizi sağlamıştı. Sıralarımızı bahçede zımparalayıp cilalamıştık. Çok tatlı küçük bir atölyeydi. Resimden seramiğe, heykelden ebruya denemediğimiz çok az şey kalmıştı o koşullarda denenebilecek. Sanat tarihine dair bir şeyler öğrenmeye de o zaman başlamıştım işte.  Beni en çok etkileyen şey sıcak ve soğuk renklerin belli diğer renklerle karışması sonucu hep aynı renklere ulaşıyor oluşumuzdu. Mesela sarı ve kırmızı karıştırdığımızda ton farkı ne olursa olsun, bir ton turuncu elde ediyorduk. Aslında görmediğimiz bir şey değildi ama bunun bir fact olarak sunulması beni benden almıştı adeta. Pastel boyalarımı da ondan sonra bitirdiğimi hatırlıyorum, ne yaparsam yapayım değiştire

Fahriye Abla, Ahmet Muhip Dranas

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, Kapanırdı daha gün batmadan kapılar. Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden, Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla! Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi, Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede. Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede; Bahçende akasyalar açardı baharla. Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla! Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı; Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı. İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin. Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin; Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla. Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla! Gönül verdin derlerdi o delikanlıya, En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya. Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın, Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın? Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

İzleyiciler