Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

diyar diyar

Beynim sulandı çok net. Her hafta yaptığım sunumların yanında her gün hiç bir işe yaramayan iki üç ödev yazıyorum, ekonomi ödevleri ve felsefe özetleri dışında. Ekonomi ve felsefe ödevlerini çok yararlı ve gerekli bulduğumdan onları zahmet vericiler kategorisine koymadım, ders okumalarını zahmet vericiler diye sınıfladım ama keyifli oldukları için çekilebilir durumdalar. Şimdi de dönem ödevleri ve finaller başladı. Her şey yetişiyor yetişmesine de tez beni hayli sıkıntıya sokuyor, çünkü vakit ayıramıyorum kısa vade uzun vade... yok yok her hangi bir hesap yapabilitem yok şu an maalesef. doğrusu bu akşam biraz uyudum, sabaha kadar biraz çalışabileyim diye ama dayanabileceğimi sanmıyorum. Gerçekten kafam çok karışık. Lisansta da her dönem en az 9 ders aldığımdan bu yoğunluk beni yıpratıyor diyemem, hele ki karşılaştırma yaptığımda öğrenciye insan olarak bakan bir okulun öğrencisi olarak haksızlık edemem Charles'a.. Kafam karıştı cümleyi kurarken :). sonunda ne diyeceğimi unuttum

Ucuz İşçiliğe Övgü 2

kaldığım yerden devam ediyorum. Krugman diyor ki, üçüncü dünya ülkelerinde fakirlik küreselleşme öncesinde de mevcut, yani bu "gelişen ülkeler"deki fakirlik küreselleşmenin bir sonucu değil öncesinde de var olan fenomen. Dolayısıyla, çok uluslu şirketlerin bu ülkelere götürdüğü ucuz iş, çöplüklere yakın yaşamaya bir alternatif olarak geliyor. yani öncesinde bu kimseler için en iyi alternatiflerden biri çöplüklere yakın yaşayıp hayatta kalmakken, kötü iş koşullarında ucuz işçilikle alternatif bir yaşama biçimi kazanıyorlar, ve bu çöplükte yaşamaya göre daha iyi bir alternatif Krugman'a göre. İş koşullarının kötü ve maaşların bu kadar düşük olması yine Krugman açısından çok da arzu edilebilir bir durum değil! Patronların önceliği işçilerin sağlığı veya yaşam koşullarındaki iyileşme değil de iş gücünü en ucuza satın alabilmek. Bu bağlamda ucuz iş gücü gelişmiş batılı ülkeler için bir sömürü biçimiyken, bu gelişen ülkelerde ki insanlar için bir hayatta kalma alternatifi oluy

Ucuz işçiliğe övgü 1

Üzerinde bir haftadır çalıştığımız bir grup projemiz vardı sabrinayla bugün tamamen bitti. Bir ara gerçekten hiç bitmeyecek sanmıştım. Buna rağmen, hayatımda yaptığım en keyifli ve en kolay grup projesiydi kesinlikle. Ben almanları seviyorum, sevdiğim için mi bu kadar tatlılar yoksa onlar bu kadar tatlı oldukları için mi ben onları bu kadar seviyorum merak ediyorum bazen. Ama bu kısmı uzatmıyorum çünkü tatlı bir arkadaşımın olması hele de alman bir arkadaşımın tatlı olması pek de extra sayılamayacak bir durum benim için. Bugün projemize konu olan "ucuz işçiliğe övgü" yazısıyla Krugman hakkında konuşmak istiyorum. Beni kendisinden tiksindirtip, içten içe de tutarlılığı, duruşu ve duruma yaklaşımıyla kendine karşı bir hayranlık uyandıran -sadece uyandıran- nobel ödüllü bu ekonomist kimse, ne diyorsa diyor ama bunu tutarlı ve çok tatlı bir dille dile getiriyor. Heidelberg'den geldiğimden beri kendisiyle uzun tartışmalara giriyoruz rüyalarımda. Rüyalarımda boşuna yer etmese

"Mel'un", Selim İleri - yeni arkadaşım

     "Kafka Değişim 'de neyi anlatmak istiyordu? ( Değişim 'i şimdi Dönüşüm yaptılar. Bir türlü karar veremiyorlar.) Bu konuda birbirini tutmayan, birbiriyle çelişen yığınla yorum var. Ama bir gerçeklik de, bir yazar fantezisi de olsa, korkunç olan, sabah sabah insanın kendini hamam böceği -bu da değişti! Kınkanatlılardan iri bir böcekmiş- hissetmesidir. Benim bazan gece de hissettiğim olmuştur.      Eve dönmüşsünüzdür. Çukurcuma'daki kümese. Yalnız küskün, kendi kendimle sürekli hesaplaşma içinde. Müthiş bir umarsızlığı örtbas etmeye çalışarak. Mutfağın ışığını yaktığınızda, kınkanatlılardan mı kınkanatsızlardan mı olduğunu bilemediğiniz iri bir böcek duvarı ya da fayansı arşınlamaktadır. Bir tür volta atış. Duyargaları ışığı sezinler, ışığa duyarlıdır bunlar. Telaşla kaçışır, ölüm, içgüdüsünde kendini duyumsatır böceğe. Sonsuz bir koşu başlamıştır şimdi. Gregor Samsa'nın da kızkardeşi onun öldürülmesini istiyordu, kibarca konuşarak 'ortadan kaldırılmasını&

Bekleyiş

Resim
Geçenlerde bir yerde gördüm, <"Kaybedenler bekleyenlerdir." Burak Aksak> yazıyordu, nerede gördüğümü hatırlamayışımın tabii sebebi, beni alıp götürmüş olması tabii ki.  Önce bir güldüm geçtim, "Tamam Leyla ile Mecnun bir fenomen ama yani böyle de alıntı mı olur!" dedim. Hatta sonrasında kendimce başka bir alıntı yapıp  <"-İsmail abiiiii!!  - hoooppp" Burak Aksak> içimden kahkahalarla güldüm. Sanırım şu an yüzümdeki gülümseme de o zaman ne kadar eğlenmiş olduğumun yansıması. Ama ne yalan söyleyeyim (<"hmm.. Ne yalan söyliyiimm?!!" Selçuk Aydemir> ), bir yandan da yok canım neden kaybeden olayım dedim durdum kendime. Benim içime kurt düştü mü öyle kolay kolay durmaz, hatta durdurulamaz.  Hayatında sürekli bir şeyleri, birilerini bekleyen biri olarak kaybeden olmayı kendime yediremedim, nasıl kabullenebilir ki insan, içerisinde beklediklerine dair umudu varken.  Sonra Burak'ın ukelalığına verdim, sırasıyla bu

Onlar...

Resim
Rembrandt, 1633 Uzun zaman süren sessizliğimin nedeni söyleyecek bir şeylerimin olmaması değil, tam tersine söyleyecek çok şeyimin olması ancak nereden başlayacağımı bilememem sanırım. Belki de susmanın aslında susmamakla aynı anlama geliyor olduğunu yeni öğrenmiş olmamdı sebep sessizliğime. Kendimle konuşmaya iyice alışmış olmam, ya da bir süre de olsa tekrar günlük yazmak istemem ya da aslında yalnızlığımı bir nebze de olsa dindirecek başka bir sebep bulmuş olmam... Ya da ne bileyim, belki de sadece uzun bir sessizliğe gömülmek istedim. Sessizliğimin sebebi nereden baktığıma göre çok farklı biçimler alabiliyor ve ben tek bir cevapla kendimi hiç de istemediğim sınırlar arasına sokmak istemiyorum. Belki de sadece susturulmuş olmam gerçeğini kabullenmek yerine, ben kendimce farklı cevaplar üretiyorum ve hiç birine kendimi yakıştıramıyorum. Evet, sessizliğimin gerçek sebebi bu aslında. Yaklaşık 5 aylık bir süreç içerisinde işsizlik ve parasızlık, belirsiz bir yakın gelecek ve hiç bi

Kayıp Çocuk , Can Yücel

Birden işitilmez olsun ayak seslerim; Gölgem bir başka sokağa sapıversin; Unutayım bir anda her şeyi, Nerde oturduğumu, Bir tuhaf adem olduğumu Can adında. Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi, Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma; Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah, İlk defa görmüş gibi dünyayı, Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi; Hatırlamam artık değil mi, dostlar, Hatırlamam artık garipliğimi?          Can Yücel

Garip

Bu gece eve dönerken metroda aklıma çok enterasan bir şey geldi, yani yeni bir fikir değil bir anı aslında. 1. sınıftaydık Feride hocadan bir ders alıyorduk, dersin adını hatırlamıyorum ama sosyoloji ile ilgili bir şeydi. Hoca derste bir soru sormuştu ben de "depends on peer groups" diyerek cevaplamıştım, çok iyi hatırlıyorum - sorunun neyle ilgili olduğunu hatırlamamakla birlikte - hoca şöyle küçümseyerek garip bir bakış atmıştı bana, "Do you know what does peer group mean?"  ben bir anda kaldım, arada kalakalmak tepkisizleşmek doğamın bir parçası benim zaten; sınıfta herkes de bana baktı, utandım, sonra cevap vermemi beklemeden en azından zaman tanımadan aynı yüz ifadesiyle dedi ki "Before you use the concepts, first learn what it does mean!". Benim sesim çatallaştı ve kitlendim, ingilizce tek kelime daha edemezdim, "yaşıt gruplar" yani dedim, ama hoca kafasını çevirmiş beni çoktan yok saymıştı bile, soruya kendisi cevap verdi, ve cümlenin son

merhabalar efenim :D

"Günlük yazmakla, blog yazmak arasındaki  fark, insanın kendi kendisiyle konuşması -ya da kendi kendisiyle kalması- ile birileriyle konuşması arasındaki farkla temel olarak aynıdır." önermesi uzun zaman süren sessizliğimin bir sonucu, bir ihtiyacın bir tür dışa vurumudur. Nasıl olmasın ki! (Bu bir önerme değildir ! - en sevdiğim ifade :) !) Önermemin doğruluğu ya da yanlışlığıyla en ufak bir ilgi alaka göstermemekle birlikte, kendi içerisinde tanımı gereği bir kesinliği olduğuna inancım son günlerde kafamı en çok yoran şey diye düşünüyorum. Hala düşündüğüme göre, evet kafamı yoruyormuş hakikaten. Yine saçma sapan bir giriş yapmışsın Kübra bu ne yaaa! diyorsunuz biliyorum :) ama en eğlendiğim kısım bu ne yapayım. Siz de benim kadar çok kendinizle kalmayı göze alabilseydiniz blog yazarken ne kadar eğlendiğimi anlayabilirdiniz. EVET BU YAZIM UZUN SÜREN SESSİZLİĞİMİN ÇIĞLIĞIDIR :) Çok artist laflar ediyorum çok :) Uzun zamandır yazmamamın tabi ki bir sebebi vardı kendince, ha

Ne Yagmur Ne Siirler - Ataol Behramoğlu

Soruyorum sevgilime  - Daragacindan Notlar’ i okudun mu ?  Bu bizim hayatimiz.  Gece doluyor içeri  Yildizlariyla.  Üç ilde  Sikiyönetim var.  “Askeri savci”  Sözü  Yer aliyor  Günlük bir sözcük olarak  Hayatimizin sözlügünde.  Asklar kelepçeli  Güney Amerika’ da.  Kederden  Geberiyorum.  Herkes hayatini anlatiyor.  Deli anneler  Yikik binalar  Paramparça  Bir gençlik  Yasadigimiz.  Hayatimizin kanadigini görmüyor musun?  - Daragacindan notlari’ i okudun mu?  Iskence  Ve umut  Siiri fiskirtir.  Ruhumun yaralarini saracak  Safagin sözcüklerini  Ariyorum.  “Kalin devrimci romanlarin  Sonundaki keder”  Kalin  Devrimci  Bir roman olarak hayatimiz.  - Daragacindan Notlar’ i okudun mu?  Sevgilim  Seni  Öpüyorum.  Her gün  Geçtigim denize  Yabancilasmasam  Bütün hayatlari  Anlatabilsem.  Ölüme karsi  Dururken bir adam  Tek bir misra halinde  Hayatini  Okuyor.  Çildirasiya  Boguntuluyum.  Çildirasiya  Bir özlem  Günler ve Prag  Ve trenler  Ve alip beni  Götüren keder.  Günleri zincire  Vuruy

Beklemiş Bir Paket Cigaranın Son Umuduna, Turgut Uyar

İşte suyumuzu kestiler ama masamda yine bir çiçek Bir çiçeğin akşamı elbet bir çiçeğe benzeyecek. Nasıl güzel nasıl diri bir çiçek Dipdiri adamlardan diri bir çiçek. Evet ben son ve kesin umuduyum bir paket cigaranın Bir Köhne camekanda sararmış alıp içmemi bekleyecek. Sonsuz bir camekanda Başlangıçsız bir çiçek. Alırım seni tüttürürüm bir gün güzel tütün Söyle kim var bunu benden daha iyi bilecek. Ey kalın duman gün senindir Kim var senden daha doğru tütecek. Ben gelirim seni alırım büyük alanlara gideriz Seninle ben o kavruk biçim bir de o diri çiçek. Ne sandın bütün alanlar bizimdir Biziz ne varsa kalan, biziz ne varsa gerçek. İşte suyumuzu kestiler bu bir eylüldür ey teşrinievvel Geleceksin intihar özlemleri de kıraçlar da gelecek. Nerden baksan bir bütün hüznümüz Nerden baksan sonunda o diri çiçek. Ki hüznü bir mavilik duygusuna bozar gideriz biz Çünkü biliriz yılkılarımız serin yaylalarda üreyecek. Yağmurlar yağar o serin yaylalara Çünkü serin ya

Başka bir Şehirde Çocuk Olmak

Resim
İnsanın odasının leylak kokusuyla dolmasının benim için pek de normal olmayan bir yanı var. Nasıl olsun ki, bir apartman çocuğu olarak. Yağmura kırgınım bu aralar. Kırgın olmakta da  kendimce haklı sebeplerim var. Hayatımda ilk kez yürüdüğüm sokaklar çiçek kokularıyla süslenmiş, odam ilk kez parfüm ve sigara kokusu dışında bir kokuyla kaplanmış, her güne heyecanla her gece yatağa sevinçle girmeye başlamışken, bir yağmur silsilesi beni rüyamdan çekip almış. (Yağmur yağınca ağaçlardaki çiçekler döküldü, çiçek kokuları gücünü kaybetti) Düşünüyorum da çiçek kokularını, bitkileri, hayvanları ne bileyim işte insanın çevresindeki şeyleri tanıyarak büyümesi ne kadar da keyiflidir. Dünyayı kitaplara bakarak tanımak yerine, dünyanın kendisine bakarak tanımanın, kendi içinde insanın doğasına kattığı bir şeyler olmalı. Üstelik bu dünya sadece doğal sahipliklerinden ibaret değilse, yani insanoğlunun yaratabileceği güzellikleri de kendi içinde barındırıyorsa onu görmenin hatta yaşamanın, okumakt

O kadar

Bence hayat sanıldığı kadar zor değil, ya da karmaşık.  Hayat zordur ve hayat karmaşıktır önermeleirnin kendi içerisinde bir haklılığı söz konusu tabi ki, bunu göz ardı etmek öyle kendi içerisinde pek de kolay sayılmaz. Lafı uzatmakta da üzerime yok! Söylemeye çalıştığım temelde şu: hayatı karmaşıklaştıran zorlaştıran bizzat kendimiziz aslında, bu bağlamda da zorlukların ve karmaşanın çözümü yine kendimizde olduğundan, hayat öyle sanıdğımız kadar da zor değil! Evet uzun sözün kısası bu. Bugün sadece bundan bahsetmek istemiştim o kadar!

Tel cambazının rüzgârsız aşklara vardığını anlatır şiir , Turgut Uyar

Önce İstanbul vardı o yoktu Sonra birgün çıktı geldi Bütün kapılar yerini buldu Önce gözlüklerini çıkardı pencereye koydu Çantasından sigara paketini çıkardı koydu Yalnızlığını çıkardı koydu O zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçti aklından Adı kimseye lâzım değil İstanbul coğrafyada ışıksız bir şehir Tuttu ayışığını parçaladı Her sokağa birer parça dağıttı O Tanrı mıydı sanki -Haşa- Ama gönlü öyle istedi öyle yaptı O zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçti aklından Adı kimseye lâzım değil Bu macerayı durup durup size anlatacak Bir yanda koca İstanbul Bir yanda o Bir yanda en Allahsız şarkılar Bir yanda Edirnekapı Vitrinsiz dükkânlar ve dut ağaçları Neden bütün insanların birbirini sevmesi gerektiğini Bir gün saat üçte köprüde anlayacak Saat üçte hepimizden gizli Tanrıyı Bulup çıkaracak meydana O zaman üç gemi İtalyaya kalkacak Üç gemi Norveçe Birisi pancar küsbesi götürecek Öbürü bir aşk kaçıracak gümrüksüz Birgün saat ü

Dönüş Yolu

Otobüs garındayım. Otobüs bekliyorum Prag'a döneceğim otobüs gelse de binsem artık. Yahya Kemal Ankara'nın en güzel yanı İstanbul'a dönüşü diyor ya, Berlin'den Prag'a her dönüşümde bunu kendime hatırlatıyorum. Ankarayı pek çok seven biri olarak bu ifadenin yerindeliğini kendimce bir çok kez sorguladım ama Berlin'den her dönüşümde Berlin'in en güzel yanı Prag'a dönüş yolu demekten alamıyorum kendimi. Berlin'i sevmediğimden ya da daha az sevdiğimden değil, eve dönüş yolunun her zaman daha cezbedici olduğundan sanırsam. Çok keyifli bir tatil oldu yine. Bu sefer ki Berlin maceram gerçekten çok keyifliydi. Bu sefer 1 Mayısı kutlamak için geldim Berlin'e çünkü Prag'da 1 Mayıs gerçekten çekilmez oluyor. Ancak ne yalan söyleyeyim Berlin 1 Mayısının daha çekilebilir değil. Bütün gün sokaklardaydık ve siyasi herhangi bir bütünün parçası olamadık. Siyasi örgüt ve partilerle tabi ki Prag'a oranla daha fazla vakit geçirdik ama içerik olarak hiç fark

Dostla hemhal olmak - Brecht Ziyaretim Berlin 28.04.2013

Resim
  Dorotheenstadt Cemetery Yıllardır hasret duyulan bir dosta kavuşmuş olmanın heyecanımı mı bu içimdeki, ya da durduramadığım gözyaşlarıma sebep daha yakın olamayacağım bir arkadaşa bu kadar yaklaşmış olmam mı? Bilmiyorum! Brecht'in mezarı başındayım şu an. Dakikalardır oturuyorum burada ne söyleyeceğimi ne yapacağımı bilmeden. Heyecanlıyım kalbim ağzımda adeta. Ah bir açılsa dilim sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki. Ama konuşamıyorum yine. Belki yazmanın vaktidir kelimelerin boğazıma düğüm düğüm takıldığı şu an. Garip ki ne garip yıllardır planladığım bir ziyaretin mümkün olabilmesi ve benim buna rağmen bu kadar heyecanlı olmam. Şu an şöylece uzansam buracığa ve hiç kalkmasam diyorum kendimce ama öyle olmaz değil mi? Tüm bu uğraş mücadele, sürgünler her şey yaşamak için değil mi? Henüz yeni başlamışken ilk kez sana bu kadar yaklaşmışken şuracığa uzanıp da bir daha uyanmama arzusu ne de büyük yanılgı, ne de büyük bir bencilliktir. Sence ben nerede hata yapıyorum? Yaşama

Berlin'i sevmek

Tarihinde kitapları yakılmış bir şehrin tarihini yine kitaplardan öğrenmenin pek de romantik olmayan oldukça dramatik bir yönü var. Bütün gün aklımda bu fikirlerle dolaştım yağmuruyla geldiğim Berlin sokaklarında. Bir yeri bir şeyi sevmenin bir çok şekli var derler, ve bu bir çok şekil kişiden kişiye yeni formlar kazanacağından bir şeyi veya bir kimseyi sevmenin alsında bir tanımı yok. Felsefesiyle, edebiyatıyla, kültürel ve politik tüm gelişmeleriyle kitaplar yazmış, toplumları -kişileri- yönlendirmiş biçimlendirmiş bir toplumun kitaplarını yakması da sanırım bir tür sevginin - sapıkça bir sevginin- vücut bulmuş hali. İnsan doğası öylesine yumuşak öylesine naif ki aldığı her etkiden yeni bir form kazanabiliyor. Şayet öyle olmasa korku illetinin bir medeniyeti böylesine hüküm altına alması, kitaplarıyla birlikte yine kendi insanları yakabilmesi aksi takdirde mümkün olmazdı diye düşünüyorum. Tüm bu çılgınlığın sebebi - çılgınlıktan kastım tabi ki 1931 sonrası döneme tekabül ediyor- insa

ne kafasındaysa artık :)

bugün şaşkının teki bunu facebook hesabıma yollamış :) çok güldüm hala gülüyorum :)) BİR SEVDADIR GÜLÜŞÜN Gülüşün... Hiç kimsede olmadığı kadar içten, hiç kimsede olmadığı kadar yumuşak... Gülüşün, gözlerine yansıyan ışık. Sen gülüyorsun, ben bir diyardan diğerine sürüklenen serüvenci oluyorum. Gülüşün çocuk, haylaz, yaramaz, umursamaz... Ve bir o kadar da uslu, söz dinleyen, huzur veren... Gülüşün, damarlarıma işliyor, bağımlılık yaratıyor. Bir tutku, vazgeçmesi mümkün olmayan. Bir hayat senfonisi, her notasında aşkı saklayan. Sevmeyi bilen gülüşün, sevdikçe sevdiren gülüşün... Özlemin en koyusu senin gülüşüne konaklamış. O gülüşü görmeden yaşamak öyle zor ki... Sınırsız okyanusların, en mavi denizlerin beyaz yelkenlisi... Umudun ta kendisi... Menzili olmayan bir uçuş, sonsuzlukta kayboluş... Güven veren gülüşün, cesaret veren... Hayatın bütün kaypaklığına, ikiiyüzlülüğüne ve acımasızlılığına direnme gücü veren... Yaşama sevincini her gördüğümde yeniden yüreğime yerleştiren gülüşün.

Şeyh Bedrettin Destanı'ndan, Nazım Hikmet

Ortada yere saplı bir kılıç gibi dimdik bizim ihtiyar. Karşıda hünkâr. Bakıştılar. Hünkâr istedi ki: bu müşahhas küfrü yere sermeden önce, son sözü ipe vermeden önce, biraz da şeriat eylesin ibrazı hüner âdâb ü erkâniyle halledilsin iş. Hazır bilmeclis Mevlâna Hayder derler mülkü acemden henüz gelmiş bir ulu danişmend kişi kınalı sakalını ilhamı ilâhiye eğip, «Malı haramdır amma bunun kanı helâldır» deyip halletti işi... Dönüldü Bedreddine. Denildi: «Sen de konuş.» Denildi: «Ver hesabını ilhadının.» Bedreddin baktı kemerlerden dışarı. Dışarda güneş var. Yeşermiş avluda bir ağacın dalları ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar. Bedreddin gülümsedi. Aydınlandı içi gözlerinin, dedi: - Mademki bu kerre mağlubuz netsek, neylesek zaid. Gayrı uzatman sözü. Mademki fetva bize aid verin ki basak bağrına mührümüzü.. Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle bir ihanet konuşması gibi. Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi. Yağmur ç

Şeyh Bedrettin Destanı, Nazım Hikmet

SİMAVNE KADISI OĞLU ŞEYH BEDRETTİN DESTANI            Darülfünün İlâhiyat Fakültesi tarihi kelâm müderrisi Mehemmed Şerefeddin Efendinin 1925-1341 senesinde Evkafı İslâmiye Matbaasında basılan «Simavne Kadısı oğlu Bedreddin» isimli risalesini okuyordum. Risalenin altmış beşinci sayfasına gelmiştim. Cenevizlilere sırkâtip olarak hizmet eden Dukas, tarihi kelâm müderrisinin bu altmış beşinci sayfasında diyordu ki:         «O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kâin ve avam lisanında Stilaryum - Karaburun tesmiye edilen dağlık bir memlekette âdi bir Türk köylüsü meydana çıktı. Stilaryum Sakız adası karşısında kâindir. Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaşi ve arâzi gibi şeylerin kâffesinin umumun mâli müştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.»         Stilaryumdaki âdi Türk köylüsüsün vaız ve nasihatlarını bu kadar vuzuhla anlatan Cenevizlilerin sırkâtibi, siyah kadife elbisesi, sivri sakalı, sarı uzun merasimli yüzü

İzleyiciler