Kayıtlar

Ağustos, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kızgınım ben

Değişik bir gün oldu bugün için benim. Beni çaresiz bırakıp sessizliğe iten ne varsa bir bir geçti gözümün önünden bugün. Viky başlattı aslında-ofis arkadaşım. Yani bu düşünce silsilesini o başlattı. Şimdi düşünüyorum da ne kadar kırgınmışım aslında. Ne kadar da çok üzülmüşüm. Görmezden gelmeye alıştıklarım içten içe o kadar yıpratmış ki beni, yıpranmışlığımla yaşamaktansa kendimi görmezden gelmeyi yeğler hale gelmişim.  Genel olarak sinirlenen ve söylenip duran bir insanımdır. Nasıl olmuş da kızgınlıklarımı bu kadar görmezden gelebilmişim ki. Şu an düşünüyorum mesela, neye kızgınım acaba, kime? Bilmem, yani öyle specific dersem yine kızacağım kendime ama aklıma da başka bir sözcük gelmiyor onun yerine kullanabileceğim. Herneyse, öyle specific olaylar, specific kimseler yok kızgın veya kırgın olduğum; ama neden yok ki ben anlamıyorum.  Benim kırgınlığım bana  ve ben gibilere kendi yaşam alanlarında yaşamayı zorlaştıran herkese.  Bugün Folklore Festival başladı Prag'da. Bir

Brecht'i ben hep özlerim

Resim
Brecht diye sayıklamaktan alamıyorum kendimi günlerdir. Ben bunu dönem dönem yaşarım, o yüzden hayli alışık olduğum bir durum. Ne zaman ki kafam karışır, konudan konuya atlamaya başlar, ben o zaman sığınacak, kafamı dinleyecek bir liman aramaya başlarım. İşte o zaman en tanıdığım en bildiğim en güvendiğim kim, ne varsa onları aramaya başlar gözlerim. Hep vefasızlık gördüğümden değil, vefayı en çok kitaplarımdan gördüğümden kitaplarıma sarılırım. Aslında sarıldığım o "şey" olan kitaplarım değil, okurken bana sundukları ya da benim onlardan almak istediklerim. Takıntılıyımdır ben biraz. Aslında biraz değil bayağı takıntılıyımdır. Okuduğum belli kitaplar vardır mesela benim. Canım sıkıldığında okuduğum kitaplar vardır, birinden hoşlanmaya başladığımda, sinirlendiğimde, yalnız hissettiğimde, kırıldığımda, çok fazla akademik okuma yaptığımda, çok fazla roman okuduğumda... Şimdi bunları yazınca sanki hep aynı kitapları okuyormuşum gibi geldi, acaba gerçekten öyle mi yapıyorum? Yap

Ofis Güncesi I

Resim
Yaklaşık bir on gündür ofiste üniversitenin İtalyan üniversiteleriyle yaptığı anlaşmaları kontrol edip yapılması gereken değişiklikleri yapıyor veya anlaşmaları uzatıyorum. Ofiste kimsenin yapmak istemediği işlerden birisi aslında o yüzden olsa gerek bu iş stajyerlere kalıyor. İtalya'dan önce Türkiye ve İngiltere ile olan anlaşmaları yenilemiştim onlar oldukça kolay ve sıkıcıydılar çünkü Türkiye ile olan işlerimi Türkçe İngiltere olan işlerimi İngilizce hallediyordum. Dolayısıyla sorduğum her soru anlaşılıyor ve verilen yanıtlar sorunlara kısa vadede de olsa çözümler üretiyordu. Fakat İtalya da durum çok farklı. gerçekten çok farklı ve komik. Şuan bunları yazarken bile gülümsüyorum. Mesela üniversitelerin internet siteleri çok enteresan, siteler doğal olarak İtalyanca kurulmuş ve hemen hemen her sitenin İngilizce versiyonu "mevcut" hatta Çincesi, Japoncası ve Almancası olanlar bile var. Ancak durum şu ki, İngilizce versiyonunu seçtiğinizde dahi herhangi bir linke tıkladı

Olgunlaşmak "Norm"alleşmektir.

Kendimden uzaklaşmak mıydı gerçekten olgunlaşmak? Bu soruyla o kadar meşgul ki kafam, başka herhangi bir şeye aklımı veremez oldum. Hayır, verdiğim cevaplarla da tatmin edemiyorum ki kendimi. Cevabı çok basit aslında; yaşadığın toplumun ailenin çevrenin sana dayattığı, normal olarak gösterdiği normları kabul etmek ve sana çizdiği çerçeve içerisinde yaşamaktır temelde olgunlaşmak. Başka bir deyişle, başkalarının senin için öngördüğü bu hayatı onların sınırları içerisinde yaşamaktır olgunlaşmak. İstenileni sunmakta zorlanırsan eğer aykırı olursun, ya da ham, belki çocuk, belki asi, tabi radikal ya da şımarık da olabilirsin. Eğer umurundaysa tabi. Bu sıfatlardan herhangi biriyle hitap edilmemek için insanın kendinden uzaklaşmasına değer mi? Değmez biliyorum ama yine de bir şeyler eksik yani sırf kendi istediğin gibi olmak için ya da istediğin gibi yaşamak için etrafındaki her şeyi yıkıp dökmeye de değer mi onu da bilmiyorum. Neyse, ben herkesten uzak kendime bu kadar yakınken bu yazımı

Gülüşlerim Histerik

Resim
Yazdıklarımı paylaşmanın anlamlı olup olmadığını sorgulayıp durmaktan çok uzun zamandır paylaşmak için yazmayı ihmal ettiğimi farkettim. Paylaşmak için yazmak zor, ihmalimin kaynağı esasen o. Düşündüklerimi tarafımdan sansürlemek kadar canımı sıkan başka bir şey yok çünkü. Yaz sil, yaz sil, ne anlaşılır ne düşünülür tereddütleri... İnsan kendi için yazdığında bu kadar zorlanmıyor. Yani insanın kendi kendine yazması çok kolay, yanlış anlaşılmalara mahal vermediğinden düzeltmelere de gerek kalmıyor. Hem ne bileyim sövebiliyor insan kendine rahatça. Ya da kendi kendini kendi gözleri önünde küçük düşürüp bundan keyif alabiliyor. "Ah Kübra Ah!" dediğinde ne olduğunu, neden bu tepkiyi verdiğini biliyorsun mesela, o yüzden açıklamaya gerek duymuyorsun. Başka bir deyişle, sen kendi kendini 'çoğu zaman' anladığından anlaşılma gayreti göstermene gerek kalmıyor.  Enteresan bir noktaya değindim sanırsam; acaba bu yüzden mi güncelerini okuduğum yazarlara daha bir içten bağlanıy

İzleyiciler