Leylak

Henüz ortaokuldaydım ben. Kendi el işi atölyemizi kendimiz kurmuştuk. Kazan dairesinin hemen yanında geniş bir koridor vardı, depo olarak kullanılan. Resim öğretmenimizin adını hatırlamıyorum ben şu an nasıl da kırgınım hafızama, üniversiteden henüz mezun olmuştu ve ne yapıp ne edip o alanı elişi atölyesine çevirmemizi sağlamıştı. Sıralarımızı bahçede zımparalayıp cilalamıştık. Çok tatlı küçük bir atölyeydi. Resimden seramiğe, heykelden ebruya denemediğimiz çok az şey kalmıştı o koşullarda denenebilecek. Sanat tarihine dair bir şeyler öğrenmeye de o zaman başlamıştım işte. 
Beni en çok etkileyen şey sıcak ve soğuk renklerin belli diğer renklerle karışması sonucu hep aynı renklere ulaşıyor oluşumuzdu. Mesela sarı ve kırmızı karıştırdığımızda ton farkı ne olursa olsun, bir ton turuncu elde ediyorduk. Aslında görmediğimiz bir şey değildi ama bunun bir fact olarak sunulması beni benden almıştı adeta. Pastel boyalarımı da ondan sonra bitirdiğimi hatırlıyorum, ne yaparsam yapayım değiştiremiyordum çünkü, o illa turuncu oluyordu ne yaparsam yapayım. Yağlı, sulu ve guaj boyalarda durumu az buçuk kavrayabiliyordum çünkü renklerin sıvıyken karışması çok daha kolaydı ve yeni bir renk elde etmekte. Ama pastel boya... İnanılır gibi değildi her defasında aynı renklere ulaşıyordum. Boyalarım bittiğinde ancak büyüsünü kaybetmişti bu keşif. Çetin dayım almıştı o boyaları bana, karne hediyesi olarak, nasıl da içim sızlamıştı. 
En çok moru severim ben. İnci Beyza da moru sevmeye başladığı zaman babam bu kız da teyzesinin yolundan gidiyor hayır olsun demişti. İnci Beyza neden moru seviyor bilmiyorum ama ben neden mor renge bu kadar düşkün olduğumu hatırlıyorum. Renkler hakkında bu gerçeği öğrendiğimde mor beni çok şaşırtmıştı çünkü biri sıcak biri soğuk iki ana rengi karıştırıyorsunuz ve ortaya başka bir soğuk renk - mor - çıkıyor. Ama mor öyle herhangi bir renk gibi değil. Sıcak renklerle sıcak renk gibi davranıyor, soğuk renklerle soğuk renk gibi. Hani sanki kırmızılığından bir kurtulsa daha özgür olacakmış da kendiliğini tadacakmış gibi, ya da maviliğinden bir uzaklaşabilse yalnızlığından kurtulacakmış gibi. Gökkuşağında da hemen mavinin yanında oluşur mor, bittiği yerde, sanki maviden bir kurtulsa kırmızıya kavuşacakmış gibi. Velhasılı ben mor rengini ve her tonunu severim.
---
Hasan Hüseyin Korkmazgil
"Sokaktayım  
gece leylâk  ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor! "
diyor şiirinde. 
Bugün kafam gitti yine bir yerlere ve Hasan Hüseyin okurken buldum kendimi. 
Ben İstanbul'da doğdum ve yaşadım üniversite okumak için Ankara'ya taşınana kadar. Eğer İstanbul'da doğduysanız ve görece dezavantajlı bir sosyokültürel yapıdan geliyorsanız çiçekler nasıl kokar pek fikriniz olmaz. Hem güzel parklara bahçelere erişiminiz olmadığından, hem de siz bu çiçeklere erişseniz bile İstanbul'da artık çiçekler kokmadığından. Bu dönem okuduğum kitaplarda - Türk Edebiyatı Eserleri - leylak kokusuyla İstanbul un güzelliğinden söz edilip durulurdu da, ben ne güzel bir koku duyardım, ne de kaldırım aralarında açmış solgun bir kaç papatyadan başka çiçek görürdüm. Adaya gittiğimizde tesadüfen leylak gördüğüm olmuştu bir kez ama o da kokmuyordu, zamanı geçmişti sanırsam.
Ben gece nasıl kokar, leylak ve tomurcuk kokusu nedir bilmezdim, Ankara'ya, kampüse taşınana kadar. 
7.yurdun önünde iki kocaman leylak ağacı vardır. Önünden şöylece geçerken bile kendine çekiverir insanı, şöyle bir başını çevirmemek, kokuyu içine çekmemek mümkün değildir. 
İlk baharımdı kampüste, tiyatro festivali vardı sanırsam, aklım oyunda kafam bir milyon yurda dönüyordum, abazan yokuşunu henüz tırmanmıştım ki ne düşündüğümü unuttum bir anda, "Haziran'da Ölmek Zor" geldi aklıma aniden, "gece leylak kokuyordu". Sanki uzun bir rüyadan uyanmıştım da, yıllar önce o renkleri keşfederken hissettiğim heyecanla sarılmıştım yeniden.
Ben mor rengini de severim, leylağı da. En az kitaplarımı, şiirlerimi sevdiğim kadar severim onları da.
Hani ben diyorum ya Ankara'yı çok seviyorum diye, bu yüzden seviyorum işte, bunlar gibi onlarca sebepten dolayı seviyorum. 
Kafam böyle arada gidiyor bir yerlere işte benim, sonunda ne düşündüğümü unutuyorum. Bu beni çoğu zaman endişelendirse de, şu an ne kadar da şanslıyım diye düşünüyorum, kilometrelerce uzakta dünyanın en güzel şehirlerinden birinde, hiç de güzelliği olmayan bir şehre özlem duyup, gençliğimle avunabiliyorum. 
Benim leylak kokulu gecelerim...

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR    
işten çıktım  

sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete

sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson

sokağa çıkmak yasak
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur

çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara

sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri

asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi

asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!

sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem

tutuşacak soluğum
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, memet!»

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam

bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?

«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara

nerdeyim ben
 nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?

yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor! 

Yorumlar

İzleyiciler

Diğer Popüler Paylaşımlar

Şeyh Bedrettin Destanı'ndan, Nazım Hikmet

Adım Adım Bullet Journal Hazırlama - Ekim Ayı Ajandası

Kasım Ayı Ajandası - Bullet Journal Tekniği