Bahar Belki Gelir
Baharın gelmesi için çiçeklerin açması mı lazım?
Ya da sesini duyurabilmek için bağırmak mi gerek pervasızca?
Yaşamak için baharları ve sessizlikleri mi beklemeli insan, ya da kalabalıklara mı karışmalı?
Yaşayamayacağı bir dünya ideali için ölmeli mi, ya da gömülmeli mi sessizliğine?
Hep dışında kalmaya mahkum edildiği duvarlar etrafında bihaber yaşamayı kabullenmeli mi, o duvarlar içinde onun adına verilen kararlara boyun eğerek?
Gitmeli mi, ya da kalmalı mı birinin diğerinden bir farkı yokken?
Uğruna ölünecek bir şeyler bulamadığımızdan mı yalnızlığımız, yoksa mümkün olduğuna inandığımız dünyanın ancak yaşandığında anlamlı olmasından mı?
Neden bu kadar çok soru soruyor, sorularımıza cevaplar bulmak yerine onlara sadece yenilerini ekliyoruz?
Söylendiği gibi gerçekten bu mu sorunu, "yaşamayı bilmeyen bu nesil"in?
Yoksa "yaşamayı 'pek de' bilmeyen bu nesil" emsalleri gibi, yaşamak hakkında pek çok düşünüp, düşündüklerini fiile dökemeyecek kadar aciz mi?
Yaşamayı hiç de seçmediğimiz bu dünyada, özgürlük nedir, sevgi nedir, aşk nedir hiç bilmeden yaşamaya zorlanmışız, bir de bunu severek yaptığımız yanılgısına kapılmışız ya; cevap aramamanın tanımı acziyet bile olsa, sorular sormanın hatta bu sorularda boğulmanın paha biçilemeyecek bir değeri var.
Hem çiçekler açmak için baharı beklemez ki, bahar geldiği için açar çiçekler.
Cevaplara ulaşmak istediğimiz için sormadığımızdan bütün bu soruları, belki bahar gelir de bir gün, tüm bu dayatmalardan arınmış sevgiye, aşka yakınlaşıp, özgürlüğümüze kavuşuruz.
Ya da sesini duyurabilmek için bağırmak mi gerek pervasızca?
Yaşamak için baharları ve sessizlikleri mi beklemeli insan, ya da kalabalıklara mı karışmalı?
Yaşayamayacağı bir dünya ideali için ölmeli mi, ya da gömülmeli mi sessizliğine?
Hep dışında kalmaya mahkum edildiği duvarlar etrafında bihaber yaşamayı kabullenmeli mi, o duvarlar içinde onun adına verilen kararlara boyun eğerek?
Gitmeli mi, ya da kalmalı mı birinin diğerinden bir farkı yokken?
Uğruna ölünecek bir şeyler bulamadığımızdan mı yalnızlığımız, yoksa mümkün olduğuna inandığımız dünyanın ancak yaşandığında anlamlı olmasından mı?
Neden bu kadar çok soru soruyor, sorularımıza cevaplar bulmak yerine onlara sadece yenilerini ekliyoruz?
Söylendiği gibi gerçekten bu mu sorunu, "yaşamayı bilmeyen bu nesil"in?
Yoksa "yaşamayı 'pek de' bilmeyen bu nesil" emsalleri gibi, yaşamak hakkında pek çok düşünüp, düşündüklerini fiile dökemeyecek kadar aciz mi?
Yaşamayı hiç de seçmediğimiz bu dünyada, özgürlük nedir, sevgi nedir, aşk nedir hiç bilmeden yaşamaya zorlanmışız, bir de bunu severek yaptığımız yanılgısına kapılmışız ya; cevap aramamanın tanımı acziyet bile olsa, sorular sormanın hatta bu sorularda boğulmanın paha biçilemeyecek bir değeri var.
Hem çiçekler açmak için baharı beklemez ki, bahar geldiği için açar çiçekler.
Cevaplara ulaşmak istediğimiz için sormadığımızdan bütün bu soruları, belki bahar gelir de bir gün, tüm bu dayatmalardan arınmış sevgiye, aşka yakınlaşıp, özgürlüğümüze kavuşuruz.
Yorumlar
Yorum Gönder