Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Muhalif Kalmalı

Resim
Türkiye öyle bir döneme girdi ki, herhangi bir yorumda bulunmak için üzerine günlerce düşünmek bile yetersiz kalabiliyor. Yetersiz kalabiliyor çünkü,  anlamak ya da açıklamak için ayırdığınız bu süre zarfında çoktan bir kaç değişiklik daha yapılmış ve meşru kalıplarına sığdırılmış oluyor. Şu an ki hükümet ve başbakanının, lehine her durumu meşru kalıplar içerisine sığdırarak açıklaması, yasalaştırması ve uygulaması bu durumun en basit örneğidir, ki aleyhine gerçekleşmiş durumları da gayrimeşrulaştırmak suretiyle lehine çevirmesindeki başarısı da göz ardı edilebilir değildir. Bir ODTÜ'lü olduğum için değil, muhalif olduğum için yazıyorum bunları. ODTÜ kampüsü içerisinde öğrenciye uygulanan şiddet ilk değildir ve hükümetin, yandaş medyanın ve irade yoksunu bir grup "akademisyen"in bu şiddete karşı tutumu, daha da ötesi körlüğü, siyasi ve sosyal duruşlarından ya da "duramayış"larından kaynaklanmaktadır. İlk değildir ve son olaylar üzerine geliştirdikleri söyleme

Yazık demeye dilim varmıyor

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki her şey tüketme ile bağıntılı. Bir şeyi ancak tüketebiliyorsan varolduğunu hissedebiliyorsun. Mutluluk bir pamuk ipliğiyle cüzdanlarımıza bağlanmış. Satın alabildiğimiz müddetçe mutlu olduğumuz yanılgısına kapılıyoruz. E bu da bir süreliğine tatmin ediyor aç ruhlarımızı. Ya sonrası? Kısır bir döngü işte... İstediğini elde edemeyen mutsuz insanların kurduğu kaotik bu düzende, kendini okuduklarıyla tatmin etmeye çalışan bir kaç aç ruh daha. Neden bu kadar zor sanki? Sevmek bir karşılık beklemeden neden bu kadar zor? Ya da sevgi sandığı şey, her neyse, tükettikten sonra çekip gitmek neden bu kadar zor? Sahip olamamakla mi ilgili bütün bunlar? Ben çok bir şey istediğimi düşünmüyorum, Beril her ne kadar istediğim şeyin imkansız olduğunu dile getirse de, çok sık. Benim hayalini kurduğum dünya eşit ve özgür, tüm bu delilikten arınmış, sevginin sadece sevginin kendisi için olduğu bir dünya. Ben bu yazıyı ingilizce yazsaydım, daha net anlatabilirdim

Teneşirlere Geleyim

Bir güne kötü uyanmak kadar kötü ne olabilir diyordum ki sabah, bütün günüm daha da kötü geçti. işte hiç bir şey hakkında çok da emin olmamak gerekiyor. O kadar gergin suratsızım ki bugün, kendimden sıkıldım. Mendebur dedim durdum kendime. Basit bir banka işlemi bütün gününe mal olmamalı insanın. Bütün gün ufacık bir banka işlemini halletmek için uğraştım. İki kez bankaya gittim, halloldu nihayetinde ama ömrümden ömür gitti. Banka memurunu da uğraştırdım durdum bugün, bir  teşekkür bile etmedim arkadaş, ne kadar öküzüm ne kadar hayvanım, eve gelince farkettim teşekkür etmediğimi. Teneşirlere geleyim ben teneşirlere. Bir de uyduruk bir proje ödevi için çoluk çocukla uğraşıyorum ya, çok kızıyorum kendime. Lilia geldi şimdi odaya da havamı değiştirdi ya. L:"Bu hayat bizden bir şeyler istiyor, ama ne istiyor anlamıyorum ben. Di mi biz yaşadıklarımızdan öğrenmeliyiz. Ama şimdi ben bundan ne öğrenmeliyim bilmiyorum ki! " K:"Uf Lilia ne diyon ya, ölcez eninde sonunda, öğren

Oblomov

Masterda çalıştığın disiplini değiştirirsen böyle Oblomov gibi oturur düşünürsün bütün gün masanın başında. Daha kaç hata yapacağım hayatımda acaba çok merak ediyorum. Tartışmadığım tek bir hoca kalmadı bölümde. Bir hocayla da uzlaşabilsem ne güzel olurdu diyorum bazen kendime, Robinson'u es geçmeyeyim şimdi, tartışmadan konuşabiliyorum kendisiyle. Oblomov kadar çaresiz değilim gibi hissediyorum çoğu zaman ama yine de sıkılıyorum. Bütün gün masanın başındayım, okuyorum okuyorum ama bir adım ilerlemiş hissetmiyorum kendimi. Hep evdeyim, hep aynı insanlarla görüşüyorum, okuduğum kitapları okuyorum tekrar tekrar, okulla ev arasında gidip gelmekten başka bir şey yapmıyorum. Değişik tek şey her gün başka bir şeyi özlüyor olmam. O kadar yaratıcıyım ki bu konuda kendimi şaşkınlıkla izliyorum. Değişik şeyler yapıyorum aslında kendime çok haksızlık ediyorum. Cuma günü Charles Üniversitesinin bir etkinliğine katıldım mesela, geleneksel Çek Christmas yemekleri yaptık, gelenekleri hakkında

Ver bana düşlerimi

Resim
Haftasonu 3 ödev yazıp bir de sunum hazırladım, hazırladığım sunumu bir de yaptım yani. Çok yoğun, çok yorucu bir haftasonu geçirdim uzun sözün kısası. Ders çalışırken sigara krizlerim tuttuğu için, camda sigara içmeme rağmen, odam leş gibi sigara koktu. E bu süreçte bolca sövme, lanet etme eylemlerine girdim. Bir de kısa vadede yaptığımız planların hayallerine sarılıp avundum. Söylerim ben hep benim afyonum da umut diye. Göksu ile konuşuyorduk yılbaşı planımız hakkında. "Ne kadar heyecanlıyız, bir an önce gelsin yine hep birlikte olalım, bir hayalimiz daha gerçekleşsin." Benim yoğunluğum hayallerimizin bile keyfine varmamıza engel oldu tabi ki. Sonra Göksu dedi ki, "yüz yıldır öğrenciyiz hala her şeyi son dakikaya bırakıyoruz, bir planlı yaşamayı öğrenemedik!", sonra komiklikler şakalar... Ben böyle değildim ki dedim, "Hadi oradan" dedi. Sonra şöyle 2010'a bir gittik geldik.  Böyle değildim gerçekten. Kızmadık ama sebebim olana, güldük geçtik yine

Lahmacun

Resim
Kahvaltıyı öğleden sonra 3.30 da yapınca, saat 5.30 da üzerinde hala uyku mahmurluğu olabiliyor insanın. Çok da alışık olduğum bir durum değil bu benim. Ben kaçta yatarsam yatayım, kurulmuş saat gibi sabah 8'de uyanırım aslında. Ama son zamanlarda hayatımda hiç uyumadığım kadar uyuyorum. Bazen 13 ya da 14 saat uyuduğum oluyor. Sanki bıraksam kendimi bütün gün uyurmuşum gibi hissediyorum. Lilia "Normal" diyor, " Çok yoruldun son zamanlarda." Yani yoruldum da tek yorulan ben değilim ki yer yüzünde, herkes her yorulduğunda aynı reaksiyonu verse, içinden çıkılamaz bir hale gelir her şey, rüyalarında yaşamayı seçer insan, neden bir de gerçeklikle yorsun ki kendini. Ama yine de bu kadar karmaşıklaştırmama gerek yok aslında durumu :), Sabah 6 da geldim eve :). En azından bugün için normaldi yani :). Bol koşturmacalı bir gün oldu dün. Sabah Kalkıp Çekçe dersine gittim, saat 7 de ders mi olur arkadaş ya, olmaz o ne öyle, hem de dil dersi yani. Herkes böyle düşünüyor ol

Leylak

Henüz ortaokuldaydım ben. Kendi el işi atölyemizi kendimiz kurmuştuk. Kazan dairesinin hemen yanında geniş bir koridor vardı, depo olarak kullanılan. Resim öğretmenimizin adını hatırlamıyorum ben şu an nasıl da kırgınım hafızama, üniversiteden henüz mezun olmuştu ve ne yapıp ne edip o alanı elişi atölyesine çevirmemizi sağlamıştı. Sıralarımızı bahçede zımparalayıp cilalamıştık. Çok tatlı küçük bir atölyeydi. Resimden seramiğe, heykelden ebruya denemediğimiz çok az şey kalmıştı o koşullarda denenebilecek. Sanat tarihine dair bir şeyler öğrenmeye de o zaman başlamıştım işte.  Beni en çok etkileyen şey sıcak ve soğuk renklerin belli diğer renklerle karışması sonucu hep aynı renklere ulaşıyor oluşumuzdu. Mesela sarı ve kırmızı karıştırdığımızda ton farkı ne olursa olsun, bir ton turuncu elde ediyorduk. Aslında görmediğimiz bir şey değildi ama bunun bir fact olarak sunulması beni benden almıştı adeta. Pastel boyalarımı da ondan sonra bitirdiğimi hatırlıyorum, ne yaparsam yapayım değiştire

Fahriye Abla, Ahmet Muhip Dranas

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, Kapanırdı daha gün batmadan kapılar. Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden, Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla! Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi, Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede. Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede; Bahçende akasyalar açardı baharla. Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla! Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı; Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı. İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin. Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin; Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla. Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla! Gönül verdin derlerdi o delikanlıya, En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya. Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın, Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın? Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Yüzümü Size Çeviriyorum, Edip Cansever

Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?  Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?  Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum.  Belki de kim diye sorsalar beni  Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi  Belki de alıp başımı gideceğim Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin Nereye, ama nereye olursa gitmenin Hüzünle karışık bir ağrısı. Edip Cansever

Varolmayan Şövalye (IV) , Italo Calvino

Hiç bir kitabı bu kadar sevmemiştim. "Bu öykünün geçtiği çağda dünyanın düzeni henüz karışıktı. Varolan hiçbir şeyin karşılık vermediği adlara, düşüncelere, kalıplara, kurumlara rastlamak olağandı. Öte yandan yeryüzü adsız , öteki şeylerden ayrımsız cisimlerle, kişilerle yetilerle kaynaşıyordu. Öyle bir çağdı ki, varolma, iz bırakma, varolan herşeyle sürtüşme iradesi ve direnci henüz tümüyle kullanılmıyordu, çünkü birçokları - yoksulluktan, bilgisizlikten ya da, tam tersine her şey böyle de pekala yürüdüğünden ötürü - bundan hiç yararlanmıyorlardı, bu yüzden bir miktarı boşlukta öylece yitip gidiyordu. İşte o zaman, böyle erimiş durumda bulunan irade ve özbilincin, tıpkı algılanamayacak kadar minik su zerrelerinin  yoğunlaşıp buluta dönüştüğü gibi, bir noktada yoğunlaştığı oluyordu; bu topak, rastlantı sonucu ya da içgüdüyle o zamanlar çoğu yerde açık bulunan bir ada, bir soya, askeri kadrolarda bir rütbeye,bir yerine getirilecek  görevler ve saptanmış kurallar öbeğine tosluyordu

özlemle yaşamanın bir yaşama biçimi olması fenomeni

Resim
Şimdi Ankara'da olsaydım ve herhangi bir sınava dair bu kadar az fikrim olsaydı o dersi ya bırakır ya da withdraw çekerdim. Gelecek dönem alırdım, olmadı gelecek yıl... Bu kadar sıkıntıya değmez Kübra bir diğerine daha çok çalışır telafi edersin diye avuturdum kendimi. Çünkü her dönem sevdiğim keyifle okuduğum en az bir iki dersim olurdu, yani hiç bir şey olmasa bir iki felsefe dersim olurdu keyifle çalıştığım hatta okumalara doyamadığım. Bu dersi bırakmak istemiyorum ama çalışmak da istemiyorum, en az diğerlerine de çalışmak istemediğim kadar. Şu zorunlu dersleri bir verip kurtulsam, sıyırsam kendimi şu uluslararası ilişkilerden daha rahatlayacakmışım gibi hissediyorum. Belki o yüzden lisansta olduğu kadar stresli değilim.  Ama böyle zamanlarda ben Ankara'yı özlüyorum işte. Böyle daralınca saracak birileri olurdu illa etrafımda :) Meryem'i arardım mesela 3. yurdun önünde sigara içerdik, ya da 7 inci yurda gidip ortalığı karıştırırdım :D ahahah ya da Mesut'a s

Eylül’dü

Dalından kopan yaprakların Sararan yanlarına yazdım adını Sahte bir gülüşten ibarettin oysa. Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu. Eylül’dü. Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız Adımlarımızın kısalığı bundandı Bundandı gözlerimin durgunluğu. Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan, Ellerin kadar ıssız, Sen kadar zamansız molalar veriyordum Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz. Eylül’dü. İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin, Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun. Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde. Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman En çok sesini aradım. Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ. Gözlerini sildi zaman.. Dedim ya... Eylül’dü. Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin. Cemal Süreya

Varolmayı da öğrenir insan

Tüm aldatıcılığına rağmen hayatın, varolmayı da öğrenir insan, öyle diyor Calvino. .... Bazen yürürken kaybolduğunu hisseder ya insan, durmak için bir köşe arar. Sanki köşeyi dönsem tanıdığım bir yeri görecekmişim de yolumu bulacakmışım. Döneceğim köşe de beni karşılayacak olanın ne olduğunu bilmeden, köşeye ulaşmayı çalışmanın kendisidir ürkütücü olan, kaybolmak değil.  Köşeyi döndüğümde yeni bir aşkla ya da eski bir dostla karşılaşacağım belki sadece, belki aradığım yolun kendisi değil de yolda yoldaşlık edebileceğim birisidir.  Bu koşturmacam neden, nereye koşuyorum böyle, bu telaşım, bu sessizliğim neden? Belki şu köşeyi bir dönsem birisi dur diyecek, koşma artık gel birlikte yürüyelim. Yürümeye başladığım ama nereye gideceğimi bilmediğim o yolda artık koşmama gerek kalmayacak. Nedensiz sevmelerim karşılık bulacak, birisi, bu sefer, 'kal!' diyecek 'gitme!'.  O zaman, gelecek kendiliğinden gelecek de hazırladığı yeni döneme misafir edecek beni. Çok şey ist

Göğe Bakma Durağı, Turgut Uyar

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım İnecek var deriz otobüs durur ineriz Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda Beni bırak göğe bakalım Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım Şimdi otobüs gelir biner gideri

Alayının şerefine

Resim
"Dertli dertli çalıyor saz Ağlıyorum bu akşam bu barda Parça parça olmuş gönlüm Kırılmış bir kadeh gibi yerde Katılmıyor türkülere" İşler güçler kainatın en saçma dizilerinden birisidir bence, kafa dağıtmaya birebirdir. Verdiği bir kaç toplumsal mesajı saymazsak - ki onlar da kendilerini parlaya parlaya belli ederler - izlenesi bile değildir, ama absürd olan ne varsa beni kendine çektiğinden izlerim işte. Bu gece beni çok şaşırttı. Kendime gelemedim hala.  Gül kıyıya vurduğundan beri pek iyi değilim zaten de, koşturmaca içinde akıp geçiyordu zaman.  Sanki şuan yine durdu zaman. Bugün yabancılar polisinde tek bir işlemi yapmak için 7 saat 15 dakika beklemek de zoraki bir sıkkınlık yarattı üzerimde, onun da etkisini göz ardı etmemek gerekir şu an ki ruh halimde. Murat ve Ahmet'in diyaloğu, sizi getirdi aklıma, kiminizle dostluğu paylaştık, kiminizle acıyı, kiminizle mutluluğu, kiminizle eğlenceyi, kiminizle sıkıntıyı, kiminizle çocukluğumuz gençliğimiz hepsi

AHT, Vysehrad

Prag'a geleli 10 ay oldu ve 10 ay da bir günlüğün dolması için yeterli bir zaman, hele de arada radikal kararlar alınmışsa. Türkiye'ye son gittiğimde oradayken kullandığım son günlüğüm bitmediği için kullanırım gayesiyle yanımda getirmiştim. Bu sabah o günlüğe göz atma gafletinde bulundum. İçimden bir şeyler koptu bir kez daha. Ne kadar üzülmüşüm, ne kadar kırılmışım, ne kadar sevmişim ben. Acısı, sızısı geçiyormuş da, izleri silinmiyormuş. Nasıl dışarı atacağımı bilemedim kendimi. AHT'mi aldığım gibi çıktığım sokağa. Vysehrad da buldum kendimi. Kuruldum köşeme ve kitabımı açtığımda gözüme takılan ilk şiir şu oldu: "Bendedir korkusu biten şeylerin Çelik gagasında fecri taşıyan  Mavi kartal benim... Pençelerimde  Asılmış bir Zümrüt gibidir hayat  Sonsuzluk ısırır güzel kavsimde  Susamış bir ceylan gibi zaman!" AHT böyle birden silker ve kendime getirir beni. Bir de Neslihan abla tabi ki :), o esnada telefonum çaldı ve Neslihan ablanın karşı konulamaz

Büyü-mek

Resim
22.10.2012 Europa Macht Schule Project Strasnicka, Praha Bugünden itibaren "hayatımın en enteresan/ yorucu/eğlenceli/kötü/güzel günlerinden birini geçirdim" gibi ifadeler kullanmamaya karar verdim. Çünkü bu ifadeleri son zamanlarda o kadar çok kullanır oldum ki, hayatımın ne kadar da enteresan bir hal aldığını fark edemez oldum. Bugün de öyle günlerden biriydi işte. Ben büyüye inanmadım hiçbir zaman, okuduğum dinlediğim her masalın her hikayenin gerçekliğine gönülden inanmış olsam da büyüye hiç inanmadım. Belki hiç gerçekleştiğine şahit olmadığımdan, belki de sadece dindar bir ailede yetişmiş olmamdan, bilmiyorum. Neden bilmiyorum gerçekten, ama sadece Sindrella'yı düşündüğümde bile onu prensine kavuşturan şeyin büyü olmadığına, camdan yapılmış o mükemmel ayakkabı olduğuna inanmıştım hep. Eğer büyüye inansaydım - en azından çocukken - eminim çok daha farklı bir hayatım olurdu. Geç de olsa ben bugün büyüye inandım, ancak yeterince büyüdükten sonra inanabildim büy

Uzak Kaderler İçin, Turgut Uyar

UZAK KADERLER İÇİN Birgün, bir yağmurla garip garip -Çoluğu çocuğu terk edeceğim.- Bir sevgiyle doymayacak kalbim,anladım Alıp başımı gideceğim. Asır yirminci asırdır,amenna Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi Uzaklar daha uzaklaşır Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri Sımsıcak sevgilere muhtacım. Bir gün alıp başımı gideceğim -Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...- Belimi bir ılık şal sarsın, mavi Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında. Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde Diyarı gurbette kanlı bir aşk Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde En uzak beyazlar, En yakın ikindilerde, duygulu Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam İçip içip ağlasam... Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum? Herkesin derdinden pay isterken. Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi Yıldızlar dökülür sonsuza içimizde

"De te fabula narratur"

Muhalif tarafıma muhabbetle yazıyorum bu gece, yine yazmam gereken essayi erteleyerek. Bu dönem okulda "Europe After Worl War II" diye bir ders alıyorum, dersi ingiliz bir hoca veriyor. Dersin adına bakarak, kendisinin tarih dersi olması beklentisindeydim ancak yanıldım ve bu yanılgımdan dolayı son derece hoşnutum, çünkü dersi veren hoca kendinin felsefeci olduğunu ve tartışmalarımızın tamamını felsefik bir bakış açısıyla yapacağımızı söyledi ilk derste. Kendisini ideolojik olarak liberal demokrat tanımlayan hocam Marx a sempati duyduğunu söylediğinde o kadar sevindim, o kadar sevindim ki. Bu hafta derse başladık ve ilk tartışmamız ideoloji nedir oldu. "İdeoloji nedir?"e farklı perspektiflerden cevaplar vermeye çalıştık kendimizce ve tabi ki gündemimizde Marx vardı. Bence zaten aksi düşünülemez, yani herhangi bir ideolojik tartışmanın olduğu herhangi bir ortamda, Marx'tan bahsetmek kaçınılmazdır bence.  Aslında değinmek istediğim şey her ne kadar dallandırıp

Okul sadece okul değildir kimisi için

Akademide olmanın bir çok güzel yanı vardır alternatif bir dünyaya adapte olamayanlar için. Şöyle de denebilir aslında, yaşadığı hayata adapte olamayanlar için akademinin kendisi alternatif bir dünyadır ve bunun birçok güzel tarafları vardır. Makaleler ile kurulmuş bir dünyanın savaşımı sadece paradigmalarladır ve bir paradigmanın çöküşü ancak başka bir paradigmanın doğuşuyla mümkün olacağından gerçek bir kayıp söz konusu olamaz hiçbir zaman. Yeni bir paradigmanın doğuşu öncekilerin yok olması anlamına gelmez yaşadığımız dünyanın savaşlarında olduğu gibi. Mesela birinin özgür olabilmesi için diğerinin esir olması, birinin yaşaması için bir diğerinin ölmesi gerekmez ya da birinin iş bulması için bir diğerinin işsiz kalması. Kısa vadede biri diğerinden daha geçerli ve önemli oldu diye, bir öncekini tarihten silmek gerekmez. Paradigmalar değişti diye kan dökülmez diyemeyeceğim maalesef, kan dökülür. Ama kan akademinin doğasında yoktur. Kan dökmek insanın doğasındadır ve akademinin ruhunu

..

Evime yerleşeli tam bir hafta oldu bu gece ama sanki 5 milyon yıldır taşınıyorum da sırtımda 100 milyon yılın yorgunluğunu taşıyorum. O kadar çok yazmak istemem rağmen yazamıyorum günlerdir yorgunluktan. Odama giriyorum uzanayım da dinleneyim sonra kalkayım bir şeyler okuyayım diye. Mümkün değil uyanmam! bir uyanıyorum saat 7 olmuş tekrar ofis, okul, evin eksikleri tamamlanması gereken evraklar vs... Tekrar yorgunluk... Üstüne bir de hasta oldum, halbuki son zamanlarda o kadar enteresan şeyler yaşıyorum ki, sırf unutmamak için yazmak istiyorum. Çok güzel bir evim, çok sevimli bir okulum oldu Prag'da, çok sevdiğim ofisimin yanında. Rusya'dan 2 ev arkadaşım var. Lilia hakkında konuşacak çok şeyim var aslında. ama o başka zamana. Yarın öğle saatlerinde Gül Prag da olacak onun heyecanı var şimdi üstümde, bir de pazar gününe yetişmesi gereken essay'im, cumartesi gün kü Cesky Krumlov tribi vs. ne de çok şey varmış aklımda. Arkadaş, zorla da yazılmıyor bu meret. Yazasım var am

Düzenmiş, peh!!

Bugün ofiste canım çılgınlar gibi sigara çekti. Hasta olduğumdan dolayı burnumdan nefes alamıyor oluşuma rağmen bir sigara içmeye çıktım ofisin önüne. Hazır hastayım pekiştirmeyeyim hastalığımı diye de sıcak bir yerler aradım, ve bulduğum ilk güneş ışığına kuruldum. Sonra aklıma takıldı ben sıcaktan, yazdan hiç hoşlanmayan insan, aylar boyu beklediğim kış mevsimine kavuşmama rağmen ısınmak için tırım tırım güneş ışığı, sıcaklık aradım. Aklıma herhangi bir şey takılınca durur muyum ben hiç, hemen loopa girdim fırsattan istifade. Biz dedim bu sıcak kanlılar ne tuhaf "şey"leriz, yazın gölge arıyoruz, kışın güneş ışığı, sözkonusu ihtiyaçlarımız bile olduğunda uzlaşamıyoruz aklımızla bedenimizle. Bu en basit konuda bile çelişkiye düşüyorsak ve bunun hiç farkında değilsek, acaba neyin kafasını yaşıyoruz da düzen arıyoruz her şeyde. Düzen adına farkındalıklar yaratıyoruz, sistemler kuruyoruz da herkesin bu sistemlere uydurmaya çalışıyoruz. ya bırakalım dağınık kalsın, dağınık kalsın

H. Hesse

“Whoever wants music instead of noise, joy instead of pleasure, soul instead of gold, creative work instead of business, passion instead of foolery, finds no home in this trivial world of ours.” H. Hesse

Misafir

4.30 dan beri ayaktayım. Saat 19 olmadan sızıp kaldığımı düşünüyorum zira ben odama geldiğimde hava henüz kararmamıştı. Sonrasını hatırlamıyorum zaten. Haftasonu misafirim vardı, Kürşat. Çok uzun zamandır görüşememiştik. Bir süre kaçtığımdan, sonra da gerçekten uygun vakit bulup da görüşemediğimizden. Zaten ben Prag'a geldikten yaklaşık 1.5 ay sonra o da Romanya'ya taşındı. Koşullar yani, izin vermedi ki görüşelim. Ben endişeliydim biraz haftasonu için normal olarak, kaçtıklarım tekrar canımı yakarsa, ya da takılır gelirse onlar da buralara diye. Haklıydım da bence. Ama öyle olmadı. Sadece uzaklaşmak, sadece beklemek derman olurmuş demek ki bir şeylere. Ne kırgınlık, ne özlem, ne de kızgınlık kalırmış geride. O bir ömür taşıyacağını düşündüğün sızı silinir gidermiş de, ne insanın vefasızlığı sızlatırmış içini, ne de zamanın. Kürşat ile her zamanki gibi bir hafta sonu geçirdik, değişik farklı hiçbir şey yoktu, gezdik yedik içtik laf lafı açtı vesaire. Kızılay da yemek yiyip

Tahterevalli, Bertolt Brecht

İyice görüyorum artık düzeni. Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda, aşağıda da bir çok kişi. Ve bağırıyor yukardakiler aşağıya: "Çıkın buraya gelin ki, hepimiz olalım yukarıda." Ama iyice gözlediğinde görüyorsun,  neyin saklı olduğunu  yukardakilerle, aşağıdakiler arasında. Bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta. Yol değil ama. Bir tahta bu. Ve şimdi görüyorsun açıkça; Bu bir tahtaravalli tahtası. Bütün düzen bir tahtaravalli aslında. İki ucu birbirine bağımlı. Yukardakiler durabiliyorlar orada,  sırf ötekiler durduğundan aşağıda.  Ve ancak;  aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece  kalabilirler orada. Yukarıda olamazlar çünkü,  ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı. Bu yüzden isterler ki;  aşağıdakiler sonsuza dek  hep orada kalsınlar. Çıkmasınlar yukarı. Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden. Yoksa durmaz tahtaravalli. Tahtaravalli. Evet, bütün düzen bir tahtaravalli. Bertolt Brecht

Böylesi çok iyi, Bertolt Brecht

"Böylesi çok iyi, değiştirmeyelim hiçbir şeyi!" Bunu mu diyelim güle oynaya? Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan? Boşunu mu alalım dururken dolu bardak? Soğukta oturup kalmışlar vardır hani, hani, bir şey istemeyen kişiler, onlar gibi mi yapalım, onlar gibi,"Biz dışarda kalsak?.."mı diyelim hoş olsun diye şu bayların gönlü, bize günlük nafakamızı veren hani şu... Bizce en iyisi, kalkmak, yeter artık, demektir, vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın, karşı çıkmaktır var gücümüzle acıyı doğuranlara, yaşanır hale getirmektir dünyayı bütün insanlara. Bertolt Brecht

Tüm şanslı teyzelere gelsin :)

Resim
Japon kızı gülümsemesi :))) Göksu'yla Beypazarı'nda yıllar yıllar evvel :)) Düşünüyorum da teyzelerim olmasaydı hayatım ne kadar da sıkıcı, ne kadar da farklı olurdu. İnsanın çokça teyzesinin olması ne kadar keyiflidir bir bilseniz. Tadına doyum olmaz. Birisi ağlarsa hepsi ağlar, birisi gülerse hepsi güler. Kavgası da, kahkahası da eksik olmaz. Çocukken çoğu zaman hayatını zorlaştırırlar insanın. Düşünsenize insan bir anneyle bile anlaşmakta zorlanırken, hele ergenlikte bir tanesiyle zor idare ederken insanın 6 tane teyzesinin olması inanılmaz zordur. Hepsi sana nasıl davranılması, nasıl oturup kalkılması gerektiğini, nasıl saygılı olunacağını, nasıl edepli oturulacağını, nasıl hanım hanımcık davranılacağını, nasıl yemek yenileceğini  vs vs - bu liste o kadar uzun ki düşünürken bile fenalık basıyor :) - kendilerince anlatır dururlar. Hele de kuzenler olarak hepiniz kadınsanız ve her biri hepiniz için defalarca bıkmadan, usanmadan tekrarlanıyorsa.... Aman tanrım inanın çek

İzleyiciler