İnsanca
Geçen haftadan arda kalan ne var diye düşündüğümde Hesse ile paylaştığım bir kaç saatten başka hiçbir şey olmadığını fark ettim. Vaktimin çoğunu bir ofis köşesinde birkaç kuruş para için harcamaya değer mi diye düşünüyordum cuma gecesi. Değmediği sonucuna vardım, hele çektiğim onca yalnızlığa, duyduğum onca özleme hiç de değmediğini düşündüm. O yüzden olsa gerek, huzursuz uykum, huzursuz rüyalarım dinlenmeme izin vermedi o gece.
Cumartesi günü öğle saatlerinde değişti kararım tamamen. Değer dedim, "kendimce", değer.
Cumartesi günü Karlovy Vary de 17.si düzenlenen Folklor festivalinde Türk kültürünü Ebru ile temsil etmemi rica etmişlerdi. Ben hiç kaçırmam ki böyle şeyleri, yani tekliflerin çoğuna zaten hayır diyemem de, böyle extra keyifli işler olduğunda kesinlikle hayır diyemem.
Festival organizatörlerinden benimle bizzat muhattab olan hanımın eşi sabah beni yurdumdan almaya geldi. Ebru malzemelerim hayli kalabalık ve ağır olduğundan yalnız başıma gidemezdim çünkü. Ben böyle klasik sarışın ne bileyim işte Çek bir bey beklerken, böyle kaşı gözü kara bildiğin yurdum insanı bir bey ve arkadaşı geldi. Suriye vatandaşıymışlar. Hikaye de burada başladı zaten.
İlk olarak şunu söylemek istiyorum, bir kere festival çok güzel planlanmış ve çok iyi organize edilmişti. Dolayısıyla çok keyifliydi. Çok değişik deneyimlerim oldu. Özellikle Afrikalı dans grubunun workshopu bir harikaydı. Uzun zamandır hiç bu kadar gülmemiştim.Farklı bir çok ülkeden bir çok insanla tanışıp danslarını tanıma, yemeklerini tatma, keyifli sohbetlerine katılma fırsatım oldu. Ancak, ben havanın ne kadar güzel olduğundan, Karlovy Vary nin sonbaharda pek de bir güzel olduğundan, ya da festival de yaşadığım değişik deneyimlerden bahsetmeyeceğim.
Günüme damgasını vuran, son günlerdeki hezeyanlarıma bir dur diyen, Suriyeli arkadaşların gözünde gördüğüm korkudan bahsetmek istiyorum. Gülümsemelerinde ki huzursuzluğu kaçırmak imkansız. Her yalnız kaldıklarında bir köşeye çekilip radyoyu kontrol edişlerini, internetten haberleri takip edişlerini gözden kaçırmak imkansızdı, benim için o kalabalıkta. Dün, yine, Şam'da bir kaç bombalama olayı olmuştu. Ailelerine telefonla dahi ulaşamıyorlardı. Yani gözlerindeki korku ya da endişe değildi sadece. Çaresizlikti. Aldıkları her haberden sonra ellerini kaldırıp dua etmeleri de çok enteresandı. Şükrediyorlardı zannımca. Soramadım ki.
Akşama doğru benim Türkiye'den olduğumu duyunca politika hakkında bir şeyler sordular, laf lafı açınca ben de sorma fırsatı buldum, neden dedim sadece.
Kim bilir ki dediler. Aynı kahvehane de oturup, gülüşüp konuştuğunuz insanları silahlandırıp, karşınıza düşman olarak çıkaracak kadar önemli sebep, ne olabilir ki dediler.
Çok klişe bir yanıt gibi geliyor şimdi okuduğumda. Kitaplarda, gazete makalelerinde çokça okuduğumuz sözler bunlar aslında. Ama bunların yaşandığını görmek, onların o çaresizliğine şahit olmak, çok farklıymış.
Hele de yalnızlığımdan dem vurduğum, özlemekten yorulduğum şu dönemde, özlediklerini bir daha görememe korkusunu günler ve geceler boyu her an yaşıyor olmak... Anlatamıyorum zannımca. Özlediklerimi göremeden kaybetme korkusu, ve her şeye rağmen hayata bir yerlerden tutunma çabası. İnsanın sevdiğini kaybetmesi nasıl bir şey, biliyorum. Artık "insanın sevdiğini kaybetmekten korkması" neymiş onu da biliyorum, öğrendim.
Ofiste yorulmalarım, bunalmalarım, sıkıntılarım, 'burada ne işim var, tüm bunlara değer mi?' sorgulamalarım işte bu nokta da anlam kazanıyor zannımca. Çok bunaldığım, sorunlarımla baş edemediğim, okula ara veremediğim o dönem, Ömür hoca demişti ki, "okula biraz ara ver, bırak kendini azıcık, acı çekmek de insanca bir şey, bırak kendini de, insanca yaşa biraz!", haklısınız hocam demiştim, haklısınız. Fazla romantik bulsam da insanca olan neyse onu yapmıştım.
Yaşanan tüm bu savaşlar, acılar, aşklar, insanca olan her şey, gerçekten insanca. Hayvanlar sadece aç kaldıklarında öldürürken insanlar sadece öldürüyorlar ve öldürdükleri için ve öldürülenler için acı çekiyorlar sonrasında.
Acı çekmek insanca olansa, acı çekmeyi öğrenmek acı çekenle hasbihal etmek de insanca bir şey. Şayet öyleyse, değermiş, burada olmama da, sıkıntılara da. Çünkü ben bu haftasonu çaresizlik neymiş onu bir kez daha öğrendim, "sevdiğini kaybetmekten korkmak" neymiş onu öğrendim.
Cumartesi günü öğle saatlerinde değişti kararım tamamen. Değer dedim, "kendimce", değer.
Cumartesi günü Karlovy Vary de 17.si düzenlenen Folklor festivalinde Türk kültürünü Ebru ile temsil etmemi rica etmişlerdi. Ben hiç kaçırmam ki böyle şeyleri, yani tekliflerin çoğuna zaten hayır diyemem de, böyle extra keyifli işler olduğunda kesinlikle hayır diyemem.
Festival organizatörlerinden benimle bizzat muhattab olan hanımın eşi sabah beni yurdumdan almaya geldi. Ebru malzemelerim hayli kalabalık ve ağır olduğundan yalnız başıma gidemezdim çünkü. Ben böyle klasik sarışın ne bileyim işte Çek bir bey beklerken, böyle kaşı gözü kara bildiğin yurdum insanı bir bey ve arkadaşı geldi. Suriye vatandaşıymışlar. Hikaye de burada başladı zaten.
İlk olarak şunu söylemek istiyorum, bir kere festival çok güzel planlanmış ve çok iyi organize edilmişti. Dolayısıyla çok keyifliydi. Çok değişik deneyimlerim oldu. Özellikle Afrikalı dans grubunun workshopu bir harikaydı. Uzun zamandır hiç bu kadar gülmemiştim.Farklı bir çok ülkeden bir çok insanla tanışıp danslarını tanıma, yemeklerini tatma, keyifli sohbetlerine katılma fırsatım oldu. Ancak, ben havanın ne kadar güzel olduğundan, Karlovy Vary nin sonbaharda pek de bir güzel olduğundan, ya da festival de yaşadığım değişik deneyimlerden bahsetmeyeceğim.
Günüme damgasını vuran, son günlerdeki hezeyanlarıma bir dur diyen, Suriyeli arkadaşların gözünde gördüğüm korkudan bahsetmek istiyorum. Gülümsemelerinde ki huzursuzluğu kaçırmak imkansız. Her yalnız kaldıklarında bir köşeye çekilip radyoyu kontrol edişlerini, internetten haberleri takip edişlerini gözden kaçırmak imkansızdı, benim için o kalabalıkta. Dün, yine, Şam'da bir kaç bombalama olayı olmuştu. Ailelerine telefonla dahi ulaşamıyorlardı. Yani gözlerindeki korku ya da endişe değildi sadece. Çaresizlikti. Aldıkları her haberden sonra ellerini kaldırıp dua etmeleri de çok enteresandı. Şükrediyorlardı zannımca. Soramadım ki.
Akşama doğru benim Türkiye'den olduğumu duyunca politika hakkında bir şeyler sordular, laf lafı açınca ben de sorma fırsatı buldum, neden dedim sadece.
Kim bilir ki dediler. Aynı kahvehane de oturup, gülüşüp konuştuğunuz insanları silahlandırıp, karşınıza düşman olarak çıkaracak kadar önemli sebep, ne olabilir ki dediler.
Çok klişe bir yanıt gibi geliyor şimdi okuduğumda. Kitaplarda, gazete makalelerinde çokça okuduğumuz sözler bunlar aslında. Ama bunların yaşandığını görmek, onların o çaresizliğine şahit olmak, çok farklıymış.
Hele de yalnızlığımdan dem vurduğum, özlemekten yorulduğum şu dönemde, özlediklerini bir daha görememe korkusunu günler ve geceler boyu her an yaşıyor olmak... Anlatamıyorum zannımca. Özlediklerimi göremeden kaybetme korkusu, ve her şeye rağmen hayata bir yerlerden tutunma çabası. İnsanın sevdiğini kaybetmesi nasıl bir şey, biliyorum. Artık "insanın sevdiğini kaybetmekten korkması" neymiş onu da biliyorum, öğrendim.
Ofiste yorulmalarım, bunalmalarım, sıkıntılarım, 'burada ne işim var, tüm bunlara değer mi?' sorgulamalarım işte bu nokta da anlam kazanıyor zannımca. Çok bunaldığım, sorunlarımla baş edemediğim, okula ara veremediğim o dönem, Ömür hoca demişti ki, "okula biraz ara ver, bırak kendini azıcık, acı çekmek de insanca bir şey, bırak kendini de, insanca yaşa biraz!", haklısınız hocam demiştim, haklısınız. Fazla romantik bulsam da insanca olan neyse onu yapmıştım.
Yaşanan tüm bu savaşlar, acılar, aşklar, insanca olan her şey, gerçekten insanca. Hayvanlar sadece aç kaldıklarında öldürürken insanlar sadece öldürüyorlar ve öldürdükleri için ve öldürülenler için acı çekiyorlar sonrasında.
Acı çekmek insanca olansa, acı çekmeyi öğrenmek acı çekenle hasbihal etmek de insanca bir şey. Şayet öyleyse, değermiş, burada olmama da, sıkıntılara da. Çünkü ben bu haftasonu çaresizlik neymiş onu bir kez daha öğrendim, "sevdiğini kaybetmekten korkmak" neymiş onu öğrendim.
Yorumlar
Yorum Gönder